Kurşun Kanser ve Sürgün

Kurşun, kanser ve sürgün...

Muhsin Kızılkaya'nın Multi Kulti Dergisi'nin Ocak 2008 sayısı için kaleme aldığı yazı...

Musa Anter,Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya… İlk bakışta birbirleriyle pek ilişkili görünmeyen üç isim…

Biri yazar, biri sinemacı, öteki müzisyen… Biri Mardinli, biri Siverekli, öteki Malatyalı… Biri hayatı boyunca hep bir Kürt milliyetçisi olarak yaşadı, öteki sosyalist olarak çıktı sinema dünyasına, Kürtlüğünü geç fark etti; beriki ise su katılmamış bir “devrimciydi”, son demlerinde Kürtlüğünü ön plana çıkardı.

Biri çok iyi Kürtçe biliyordu, diğer ikisi Kürtçe bilmeden yaşama veda etti. Üçünün belki de tek ortak noktaları sonbaharda ölmeleri… Musa Anter ile Yılmaz Güney Eylül’de öldüler, Ahmet Kaya ise Kasım’da ayrıldı aramızdan. Musa Anter kendi köyünde Zivîngê ‘de yatıyor; Yılmaz Güney ile Ahmet Kaya ise Paris’teler, mezarlarının arasında birkaç adım mesafe var.

Yolları bir yerlerde kesişti mi bilmiyorum. Anter’in hatıratında Yılmaz Güney bahsine rastlamadım. Yılmaz Güney, Musa Anter’i biliyor muydu, kuşkuluyum. Musa Anter çıkardığı dergilerde, günlük hayatında “Kürtçülük” faaliyetlerini her şeyin üstüne koyarken, Yılmaz Güney Türk solunun içindeydi; Kürtlerin demokratik haklarından çok, onları da kapsayan bütün Türkiye halkı için genel bir demokrasi mücadelesi veriyordu. Yılmaz Güney, Mahir Çayan ve arkadaşlarına yaptığı yardımdan dolayı hapishaneye girdiğinde, sanırım Musa Anter çoktan hapishaneyi boylamış bile. Ahmet Kaya ise, ilk ikisinden çok gençtir. İlk gençliğinde her genç gibi “devrimci mücadeleye” atıldığında Musa Anter’in adını duymuş muydu bilmiyorum. Yılmaz Güney filmlerinden ilk gıdasını aldığını çok iyi biliyorum. Yılmaz Güney, Ahmet Kaya’nın da “ideolü”yken, Musa Anter Ziverbey Köşkü’nden işkence altındaydı, bir gözünü kör, bir kulağını sağır etmek üzereydi işkenceciler.

Musa Anter’in hayatı boyunca harekete geçirmek üzere uğraştığı Kürtlerin bazıları Şemdinli ve Eruh’ta “ilk kurşunu” sıkıp isyan ederken, 24 gün sonra Yılmaz Güney Paris’te kansere yenik düşüyor, hemen hemen aynı günlerde Ahmet Kaya, arkadaşlarının da yardımıyla, eldekini avuçtakini satarak, tefecilere neredeyse her şeylerini rehin bırakarak ilk kasetini, “Ağlama Bebeğim”i çıkarmaya hazırlanıyordu.

Belalı bir yıldır 1984 yılı

Musa Anter “sana mı kalmış Türk Kürt kardeşliğini sağlamak” deyip köyüne, Zivînğê’ye çekileli birkaç yıl olmuş, bir sabah kapısını çalmışlar, alıp götürmüşler. Yılmaz Güney hapishaneden kaçalı üç yıl olmuş, iki sene önce Cannes’de Altın Palmiye’yi kucaklamış “Yol”la, içinden hikayeler taşıyor dışarı, acelesi var, yeni filmler yapmak, istiyor, ama kanser daha güçlüdür kendi gücünden; Türkiye’de ise 20 yıl sonra bile çözüm bulmada güçlük çekeceği yeni bir Kürt isyanıyla karşı karşıya kalmış, sesler boğulmuş, nefesler tıkanmış; bu soluksuz ortamda Ahmet Kaya almış kucağına sazı, koymuş önüne bir başka Kürt’ü Ahmed Arif’i terennüm ediyor, şiirin müziği kendi içinde zaten, ona nefes vermek kalıyor sadece.

Muşlu bir anne ile Siverekli bir babanın oğlu olarak Adana’da dünyaya gelmiş Yılmaz Güney. Adana, Musa Anter’in de “parasız yatılı” okuduğu şehirdir. Musa Anter’in annesi Zivîngê köyünün muhtarıdır aynı zamanda, köye gelen jandarmaların köylülerden ekmek mi, yoksa su mu istediğini örgensinler diye muhtar anne, oğlu Musa’yı okula göndermeye karar verir. Okula gittiği ilk sene, “ekmek, su, odun, git, gel” gibi temel kelimeler öğrenir, aslında bu kelimeler bile dertlerini jandarmalara anlatmak için yeterlidir ama anne, oğlunun okumasını ister, böylece yolu Adana’ya düşer.

Yılmaz Güney’in doğduğu yıl Dersim’de isyana kalkışır Kürtler. Besê, isyanının lideri Seyit Rıza’nın karısıdır. Musa Anter’in akranları, Musa’yı kızdırmak için Besê’ye küfrederler. Musa dayanamaz karşılık verir çocuklara. Çocukların bu davranışı ilk isyan ateşini tetikler. Hatta okulda donunu indirip kuyruğu olup olmadığına baktıklarını bir yere kaydeder.

Yılmaz Güney, Adana’da sinemalar arasında bobin taşıyarak, İstanbul’a kapağı atıp mesleğe setlerde işçilik yaparak başladığında Demokrat Parti İktidarı aydınlara kan kusturmaktadır. Yılmaz, 1958 yılında Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Bu Vatanın Çocukları” filmiyle profesyonel sinema oyunculuğuna başladığı yıl, Ahmet Kaya bir yaşındadır. Kaya iki yaşına bastığında, Yılmaz Güney “vurdulu kırdılı” filmlerin aranan oyuncusu, Musa Anter ise Harbiye nezarethanelerinde idamla yargılanmaktadır. 22 Eylül 1959 günü dönemin iktidarı, öne çıkmış, sağcı-solcu, laik- Müslüman demeden sayıyla 50 Kürt ileri gelenini tutuklamış, Harbiye nezarethanelerine tıkarak idam etmeyi düşünmektedir. Bu idamlarla Kürt sorununu bir daha hortlamayacak, başkaldırana bundan sonra o 50 kişinin akıbeti gösterilecektir. Gelin görün ki her şey istedikleri gibi gitmez, nezarethanede biri ölür, 49 kişi kalır, 49’ların önde gelenlerinden biridir Musa Anter.

Komünist yaftası

Musa Anter yaşamı boyunca hep suçlu kaldı. Bir eylül günü Diyarbakır’da yorgun bedenine onlarca mermi sıktıklarında bile hala suçluydu. Her askeri darbe döneminde tutuklandı, devlete ne zaman bir düşman lazım olsa, gözler hep Anter’i aradı. Kurduğu öğrenci yurdunda Kürt öğrencileri besleyip devlete düşman yaratıyor diye suçlandı; sonra beslediği bütün örgencilerin Kürt olmadığı anlaşılınca, o zaman “komünist” yaftasını yapıştırdılar. Kürt bayrağı icat etti diye suçladılar. 1963 yılında, Mamak Cezaevinde, elinin altında hiçbir kaynak olmadan 12 bin kelimelik Kürtçe sözlük yazdı diye suçladılar. “İleri Yurt” gazetesinde Kürtçe “Kımıl” şiirini yayınladı diye suçladılar. “Dicle Kaynağı” gazetesinde ilk defa “33’ler olayını” gündeme getirdi diye suçladılar. Yılmaz Güney başka bir ırmağın yatağında ilerliyordu Musa Anter hararetle Kürtlük davasını sürdürürken.

Baktığı vizörün dünyayı değiştireceğine inanıyordu. Öyle filmler yapacaktı ki onları seyredenler, daldıkları yüzlerce yıllık uykudan uyanacaklardı.”Uyanış sinemasını” örgütlüyordu. Dışarısı ne kadar beslediyse Musa Anter’i Yılmaz Güney’i içeri o kadar besledi. Hapishaneden bakıyordu dışarıya. Dışarıyı yattığı hapishaneden farklı bir yer olarak görmüyordu. Başka yapıtları ne “Umut”, ne “Sürü”, ne de “Yol”da tek bir slogan bile atılmaz. Oysa o filmleri yaparken, sloganın revaçta olduğu yılardır. Kişisel hayatın da yaşadığı “kesinlik” hiçbir filmine sirayet etmez. Usul usul söyler lafını, herkesi rahatsız eder, gördüğümüz filmi ister istemez “onun filmi” haline getirir.

Musa Anter’in yetiştirdiği, Yılmaz Güney’in sinemasıyla büyüyen çocuklar, 80’li ve 90’lı yıllarda Ahmet Kaya’nın “müşterisi” oldular. Kaya sazıyla o ölümsüz bestelere imza atarken, dışarıda kanlı bir hesaplaşmadan artakalan bir sürü yaralı vardı. Hapishanelerin hem içi, hem önleri tıklım tıklımdı, eline silah alan Kürt gençleri kafileler halinde dağlara tırmanıyor, ülke dışına sürüler halinde mülteciler çıkıyordu.

“Ajitasyon sineması”nın mucidi Yılmaz Güney kansere yenik düştükten birkaç ay sonra Ahmet Kaya, “Ağlama bebek, ağlama sen de, umut sende” diye haykırmaya başladı. Bebekler ağlıyordu, umutlar tükenmişti, tükenen umutlarla birlikte dağlarda ateşler yanmış, şehirler yirmi yıl sürecek kanlı bir iç savaşın cenderesine girmek üzereydi.

Belleği silinmiş bir toplumda, yaralı çığlıklar dillendirmek istiyordu Ahmet Kaya. Burun kıvırdılar aydınlar, “devrimci” hiçbir sese tahammül yoktu. Arabeskçi dediler hiçbir şeyi beğenmeyenler, oysa alttan alta bir nehir gibi büyüyordu. Sesleri bastırılmışların sesiydi. Bir süre sonra büyüdü, Mercedes’e binen, Bodrum’da yazlığı olan bir “devrimciye” dönüştü. Kızdılar ona, oysa aldığı her şeyi annesinin ak sütü gibi helal kendi kazandığı parayla almıştı,”kazandığın parayı istediğin gibi harcama yetkisi yok muydu insanın” sorusunu bile sormaya vakit bulamadı. Ve gün geldi dili başına bela oldu; oysa dili yoktu onun, dili bizzat kalbiydi.

Musa Anter, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya… Üç Kürt …. Biri hep Kürtçe yaşadı hayatı, diğer ikisi hep Türkçe… Ortak noktaları çok geniş kitleleri etkilemiş olmaları...

Bir nüktedandı, biri çok iyi silah kullanıyor, öteki çok güzel şiir okuyordu.

Üçü sonbaharda öldüler. Ve bir ortak yanları daha… Üçü de doğal ölümle ölmediler. Musa Anter’i kurşunlarla, Yılmaz Güney’i kanserle, Ahmet Kaya’yı sürgünle vurdular. Üçünün de sürgünleri şimdi ülkenin her yerini sarmış durumda…

Muhsin Kızılkaya
Multi Kulti Dergisi (Ocak 2008 sayısı)

ANKET
 


Ahmet Kayanın En sevdiğiniz ALBÜMÜ
Beni Bul
Biraz Da Sen Ağla
Dokunma Yanarsın
Dosta Düşmana Karşı
Hoşçakalın Gözüm
An Gelir
Acılara Tutunmak
Başım Belada

(Sonucu göster)


YUSUF HAYALOĞLU
 
Yusuf Hayaloğlu
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Yusuf Hayaloğlu
Takma adı Yusuf Hayaloğlu
Doğum 1953
Tunceli
Ölüm 3 Mart 2009
İstanbul
Meslek Şair,Söz Yazarı 1953 - 2009

HAYATI
Akciğerindeki tümör nedeniyle uzun süredir kanser tedavisi gören Yusuf Hayaloğlu 56 yaşında hayata gözlerini yumdu.Akciğerinde oluşan ödem nedeniyle son 24 saatini yoğun bakım ünitesinde geçiren Hayaloğlu, evli ve 3 çocuk babasıydı.16 Kasım 2000 tarihinde hayatını kaybeden sanatçı
1953'te doğdu. Kardeşi Gülten Hayaloğlu ile evlendikten sonra şiirleri Ahmet Kaya müziğiyle birlikte popülerleşir. Sözlerinin çoğunluğunun Yusuf Hayaloğlu'na ait olduğu Yorgun Demokrat isimli Ahmet Kaya albümü 1987 yılında yayımlanır.Ahmet Kaya'nın 1988 yılında yayınlanan Başkaldırıyorum adlı albümünde yer alan iki şarkının söz yazarı yine Yusuf Hayaloğlu'dur.Hayaloğlu, Ahmet Kaya'nın ölümünün ardından Ahmet Kaya'ya hitaben İşte Gidiyorum adlı şiiri yazmıştır.

Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'nın ağabeyiydi.Flash TV ve Kral TV 'de programlar yapan Hayaloğlu'nun cenazesi 4 Mart 2009 tarihinde önce Armutlu Cemevi'nden daha sonra ikindi namazının ardından Yeniköy mezarlığına defnedilmiştir.(MEKANI CENNET OLSUN)

Gözleri İntihar Mavi adlı şiir kitabı bulunan Hayaloğlu'nun, Hani Benim Gençliğim, Başım Belada, Adı Bahtiyar, Başkaldırıyorum, Ayrılığın Hediyesi, Yüreğim Kanıyor gibi şiirleri başta Ahmet Kaya olmak üzere birçok sanatçı tarafından bestelenmiş ve yorumlanmıştı.
ESERLERİ
 
--Kitapları--

Gözleri İntihar Mavi (Anka Yayınları)
"Dur... Ağlama Gözlerim" (Ağaç Kitabevi Yayınları, 2010) --Şiir Albümleri [değiştir]

Ah Ulan Rıza
Bir Acayip Adam
--Şiirleri--

İstanbul Acılar Kraliçesi
Demek Şimdi Gidiyorsun*Ah Ulan Rıza
Merhaba Nalan
İşte Gidiyorum
Asi Bir Küheylan
Topal Sevda
Beni Düşün,Unutma
Biz Üç Kişiydik
Bir Veda Havası
Ayrılığın Hediyesi
Başım Belada
Bir Anka Kuşu
Merhaba Nalan
Ceylan Seni Vuramam
İncinen Gurur
Dağlarda Kar Olsaydım
Adı Bahtiyar
Hani Benim Gençliğim
Hangi Ayrılık
Hayat Nedir Anne
Can Dostum
Ahmet Kaya ile tanışma
 
Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Yusuf Hayaloğlu,kardeşi Gülten Hayaloğlu'nun Ahmet Kaya ile evlendikten sonra şiirleri Ahmet Kaya müziğiyle birlikte popülerleşir. Sözlerinin çoğunluğunun Yusuf Hayaloğlu'na ait olduğu Yorgun Demokrat isimli Ahmet Kaya albümü 1987 yılında yayımlanır.Ahmet Kaya'nın 1988 yılında yayınlanan Başkaldırıyorum adlı albümünde yer alan iki şarkının söz yazarı yine Yusuf Hayaloğlu'dur.Hayaloğlu, Ahmet Kaya'nın ölümünün ardından Ahmet Kaya'ya hitaben İşte Gidiyorum adlı şiiri yazmıştır.
Şair Yusuf Hayaloğlu gitti
 
Şair Yusuf Hayaloğlu gitti 03 Mart 2009 Salı 12:27 Onun dediği gibi 'Keşke yalan olsaydı." Şair ve söz yazarı Yusuf Hayaloğlu, 56 yaşında hayatını kaybetti. "Ayrılık hediyesi"ni bırakıp gitti Onlarca sanatçının okuduğu 'Dağlarda kar olsaydım' yada İbrahim Tatlıses'in meşhur 'Nankör kedi' gibi türkülerinin yaratıcısı şair Yusuf Hayaloğlu hayatını kaybetti. Bazen acı dinmez, bazen de yağmur.. sevgilim üzülme, her şey unutulur.. suskunuz bu aksam üstü, hasrete yanmışız, neylersin.." ve "birazdan kudurur deniz.. birazdan dalgaların sırtından, üst üste fışkıran rüzgarlar, bir intikam gibi saldırınca üstüne; yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın.. sen artık buralarda duramazsın.." Bakırköy Acıbadem Hastanesi'nde solunum yetmezliği nedeniyle 8 gündür tedavi gören 56 yaşındaki ünlü şair Yusuf Hayaloğlu, bu sabah hayata gözlerini yumdu. Akciğerinde oluşan ödem nedeniyle son 24 saatini yoğun bakım ünitesinde geçiren Hayaloğlu, evli ve 3 çocuk babasıydı. ŞİİRLERİ SEVİLEN ŞARKILAR OLDU Veya 'Yorgun Demokrat'ın, 'Nazlıcan ve Bedirhan'ın, 'Hani benim gençliğim'in, 'Bir acayip adam'ın ve yüzlercesinin şairi Şiirleri başta Ahmet Kaya olmak üzere birçok sanatçı tarafından şarkı olarak bestelenen Hayaloğlu, Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'nın da ağabeyiydi. Ahmet Kaya'nın sevilen birçok şarkısının söz yazarıydı. KEŞKE BİR YALAN OLSAYDIM! ''Gözleri İntihar Mavi'' adlı şiir kitabı bulunan Hayaloğlu'nun ünlü şarkıları şunlardı: -''Hani Benim Gençliğim'', BU UNUTULMAZ TÜRKÜ DE ONUN ESERİYDİ... Şu dağlarda kar olsaydım olsaydım Bir asi rüzgâr olsaydım olsaydım Arar bulur muydun beni beni Sahipsiz mezar olsaydım olsaydım Şu yangında har olsaydım olsaydım Ağlayıp bizâr olsaydım olsaydım Belki yaslanırdın bana bana Mahpusta duvar olsaydım olsaydım Şu bozkırda han olsaydım olsaydım Yıkık perişan olsaydım olsaydım Yine sever miydin beni beni Simsiyah duman olsaydım olsaydım Şu yarada kan olsaydım olsaydım Dökülüp ziyan olsaydım olsaydım Bu dünyada yerim yokmuş yokmuş Keşke bir yalan olsaydım olsaydım



More Cool Stuff At POQbum.com

 
Bugün 7 ziyaretçi (108 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol